2 Ocak 2010 Cumartesi

k r i m i n a l




sana aşık olmak
kanlı savaşlar ortasında
biraz havai ateşler yakmak

suya bakmak sana aşık olmak
gözlerin, ki uçurum ağızları
kıyısında dolaşmak

incecik bir örtü
üzerine örtünmek sana aşık olmak
sahil kasabalarına hep kış yolculukları yapmak

bir alageyiğe kurşun atmak
vuramamak
sana aşık olmak

aşk ki
bir yanı hep sıcak
ve dağa kaldırılmıştır ancak

aşk ki
bütün zarları birden
düşeş atarak...

i.yılmaz

6 Kasım 2009 Cuma

"b i r a z d e ğ i ş t i m"


Biraz değiştim,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar…
Değiştim,
Unutamadığım sözlerinin arasında sıkışıyorum,
Bir yanım kendimi kolluyor bir yanım seni
Ben benimle savaşıyorum,
Seninle değil!
Sonucu kılıcı kuşananından belli olan bir savaşın
Ne kazanabileni ne de kaybedeniyim,
Sorun değil!

Elbet alışırım,
Biraz alıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Alıştım,
Varlığını istemediğim tüm eksik yanlarıma,
Ve çokluğunu da yokluğunu da istemediğim bu iki arada bir derede duyguya alışıyorum,
Bir yanım bırak diyor bir yanım –ma,
Kesin değil!

Henüz tanıştım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Tanıdığımı sandığım bana daha da yakınım artık,
Duvarlara anlatırken öğrendiklerim kendi hakkımda,
Ve aynalara ağlarken gördüklerim kendi tarafımda…
Bir yanım memnun oldum diyor, bir yanım tanıyamadım daha,
Samimi değil!

Bir hayli kırıldım,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Canıma batan her halin felç gibi indi bedenime,
Gözlerimden tut da ciğerime kadar kırgınım!
Aslında ne sana, ne olanlara…
Kendime kırgınım…
Maziye hiç değil, an’a kırgınım.
Anlatamadığım, anlayamadığım masalların bana yaptıklarına,
Dinlediğim şarkılarda bana seni anlatan şarkıcılara,
Beni anlamadığın kelimelerin bana her şeyi anlatıyor gibi geliyor oluşlarına…
Bir hayli kırgınım…
Beni ben kırdım oysa,
İyi değil!

Galiba yoruldum,
Her şey kadar, herkes kadar, sen kadar,
Kendime kalbimi kanıtlamaktan,
Ve kanıtladığıma kendimi inandırmaktan,
Ve dahası kocaman bir sahada tek başına koşmaktan yoruldum!
Aslında ne pişmanım ne de pes ediyorum,
Sadece beni kaybettikçe seni kaybediyorum,
Şu kalp denen, beni bana sorgulatıyor artık,
Ki seni sorgulamamasını nasıl beklerim,
Toprağa bakan yanım senden zaten ayrı,
Sana bakan yanımsa toprakla aynı,
Ne yaparsan yap gördüğünün seni görmesini bekleyemezsin,
Gözlerim yorgun, dudaklarım hissiz,
Dokunulmadan geçen yıllar bana ağır,
Sarılmadan geçip giden uğurlamaların kavuşmaları hep beklentisiz,
Söyleyemediklerini söylesen de şimdi, sesine aşina yanım onca sessizlikten sonra artık sağır!
İsteyerek değil!

Çok çalıştım,
Paylaştığımız hayatımızda bıraktığın onca üstü kapalı “git” izine,
Beni yerle bir eden kendince açık olan her tepkine,
Ve bence bana tanımadığım bir adamı göstermene rağmen,
Gitmek için, bitmek için, sana huzur vermek için çok çalıştım,
Daha önce de gitmiştim, kendi isteğimle!
Anladım ki daha önce sevmemiştim,
Çok çalıştım inan,
Değişen yanımın aslında hep aynı olduğunu göstermeye,
Her defasında daha da tozlaşan canımı kırmadan korumaya,
Ve alışmaya kendime, bu göz gözü görmez dumanlı halime,
Çok alışmaya çalıştım hem de,
Tanıştım seninle doğan yanımla da ölen yanımla da,
Birini yaşattım, yaşatıyorum da hala ama diğerinin ölmesine engel olamıyorum da!
Yorulmak dinlenmekle geçmiyor,
An be an çöküyor insanın içindeki güç,
Işığı sönüyor, beyaza dönüyor rengi gitgide, hissizleşiyor,
Ne yormak istedim seni ne de yormak kendimi,
Çok çalıştım,
Gitmeye de kalmaya da,
İkisi de aynı acı,
Kolay değil!

Can Yücel


4 Kasım 2009 Çarşamba

s e n i s e v m e k



Seni sevmek..
Evet haklısın,kötü kızım.
Suçluyum seni sevdiğim için Gece gündüz benim olman için ettiğim dualar
Bir gecede olsa,rüyama girmen için
Dilek ağacına bağladığım umutlar
Döktüğüm gözyaşları sana olduğu için suçluyum ben...
Hep terkedildiğim için İstenmesemde senden kopamadığım.
Her türlü sözlere maruz kaldığım
Ve sana güvendiğim için suçluyum ben...
Doğru..zaten sen hep doğruyu söylersin
Bir çocuk ne anlar sevmekten?
Ne anlarki sevgi uğruna ölmekten
Ne anlar yaşam nedir,dünya ne?
Herşey tozpembedir onun gözünde
Hep umut vardır o küçük yüreğinde...
Karanlıkta aydınlık hisseder Olmayacak sevdaya olur der..
Ben de çocuğum ve cezalıyım...
cezam sevilmemek
Tek suçum ise seni be canım seni sevmek....

Orhan Veli Kanık



efsunla birlikte hazırladık,o şiiri seslendirdi ben de fotoğraflarımla birleştirip videoyu hazırladım ve ben çok sevdim..

31 Ekim 2009 Cumartesi

HADİ GİT !!


HADİ GİT !!

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git!

Git de şen şakrak geçen günlerine gün ekle,
Beni kahkahaların sustuğu yerde bekle.

Git ki siyah gözlerin arkada kalmasınlar,
Git ki gamlı yüzümün hüznüyle dolmasınlar.

Mademki benli hayat sana kafes kadar dar,
Uzaklaş ellerimden uçabildiğin kadar.

Hadi git, benden sana dilediğince izin,
Öyle bir uzaklaş ki karda kalmasın izin.

Kahrımın nedenini söylesem irkilirler;
Çünkü herkes beni Kays, seni Leyla bilirler.

Sanırlar ki sen beni biricik yar saymıştın;
Oysaki hep yedekte, hep elde var saymıştın.

Hadi git, ne bir adres, ne bir hatıra bırak,
Zannetme ki, pişmanlık, mutluluk kadar ırak!

Sanma ki fasl-ı bahar geldiğim gibi gitmez,
Sanma ki hüsranını görmeye ömrüm yetmez.

Her darbene tahammül edecektir bedenim,
Gururum mani olur perişanıma benim.

Yari Ferhat olanın ellerle ülfeti ne?
Şirin ol katlanayım dağ gibi külfetine.

Henüz layık değilken tomurcuk kadar aşka,
Sana gül bahçesini kim açar benden başka!

Hercai arılara meyhanedir çiçekler,
Kim bilir şerefinden kaç kadeh içecekler!

Mademki aşk tablosunun takdirinden acizsin,
Git de çağdaş ressamlar modern resimler çizsin.

Ne vedaya gerek var, ne de mektuba hacet,
Git de Allah aşkına bir selama muhtaç et!

Güllere de aşk olsun gene sen kokacaksan!
Fallara da aşk olsun gene sen çıkacaksan!

Kopsun nerden inceyse artık bu bağ, bu düğüm!
Her gece daha berbat, daha vahim gördüğüm.

Korkulu düşlerimi yorumdan kaçırıyorum;
Sırf sana üzülüyor, sırf sana acıyorum!

Git iş işten geçmeden, çok geç olmadan vakit,
Günahıma girmeden, katilim olmadan git! ...

CEMAL SAFİ

11 Ekim 2009 Pazar

kadife dostluklar, dikenli aşklar

Dost”, Türkçenin en güzel kelimelerinden. Yalın, şeffaf ve tatlı; insanın ağzında akide şekeri gibi eriyen. “Dost” başka, “arkadaş” başka. Keza “yoldaş”, “kardaş”, “ruhdaş”, “rüyadaş” başka. Öyle güzel ayrıntılar var ki dilimizde, başka dillerde karşılığını arasanız, kolay kolay bulamazsınız. “Sevgi” başka “aşk” başka. Arkadaş bir esinti ise, ferah ve latif; dost kuvvetli bir rüzgâr demek, bir deligüzel yel, saçıp dağıtan, tutup silkeleyen. Arkadaş çiseleyen bir yağmur ise, dost bir fırtına demek. Parçaları yerinden söken, tozu dumana katan, insanı sarsıp kendine getiren.. O yüzden bu kadar azdır gerçek dostlar. Doğası gereği. O yüzden sarılmak gerek sıkı sıkı dostluğun kadife ipine. Ve kulak vermek nabzına, ritmine.
Dostların arasında olmak çöl ortasında kendini yemyeşil bir vahada bulmak gibidir. Kuruyan dilin suya doyar, daralan yüreğin ferahlar, içindeki karamsarlık sisi perde perde kalkar. Dost umut demektir. Faniliğinle, eksikliğinle, kusurlarınla, takıntılarınla çok daha barışık hale getirir seni. Dostun seni seviyordur ya, aynen bu halinle seviyordur ya, sen de kendini daha çok sevmeye başlarsın. Onun gözünden kendine bakarsın. Bir damla içersin dostluğun iksirinden, dünyaya bakışın değişir. Bir yudum daha, sırtın dikleşir, özgüvenin pekişir. Dost hekimdir, lokmandır, şifacıdır. Herkese karşı billur bir köşk yahut camdan bir parça olan kalbin, dostunun elinde lastik bir top oluverir. Dost atar topu yere, vurur duvardan duvara, gene de bir şey olmaz. Lastik top seker, zıplar ama kırılmaz. Dost yalakalık yapmaz, lafı dolandırmaz, diplomasi falan bilmez, çat diye söyler meramını, sözünü sakınmaz. Onun yergisinde iltifat, siteminde sevgi saklıdır. Dost ne dese kızılmaz. Ona kırılmak olmaz. Dosta açılan kredi, yürek kredisidir. Faizsiz. Peşinatsız. Ve yürek kredisinin ne dibi vardır, ne bitimi.
Hayatı boyunca dostları sayesinde ayakta durmuş yalnız bir adamın hikâyesidir bu hafta anlatacağım hikâye. Öyle bir adam ki hep yakın dostlarından güç almış ve hep ama hep kadınlardan dert yanmış. Öyle bir adam ki seneler boyunca benzer hataları benzer bir tutkuyla tekrarlamış. Kadınların kanattığı yaralarını dostlarının yanında sarmış.ÜNLÜBİRYAZAR
1930’lu yıllar. Mekânlardan Avrupa. Nazizmin yükselen ayak sesleri. Dört bir yanda Naziler ve Nazi sempatizanları çoğalmakta. Böyle bir ortamda bir adam düşünün. Yaratıcı ruhlu, bakışları insanı delip geçen bir sanatçı. Nice siyasi ve ekonomik badireler atlatmış, hapisler yatmış, kaçak olmuş, sürgünde kalmış, yazmaktan bir an bile geri durmamış ve zaman içinde dünyanın en ünlü yazarlarından biri haline gelmiş. Günlükler tutmuş, Kafka ile bir tutulmuş, Kieerkegaard ve Heidegger’e hayranlık beslemiş, edebiyat kadar felsefenin de içinde olmuş. Öyle bir yazar ki romancılığının yanısıra şairlik, kısa öykücülük, çevirmenlik, edebiyat eleştirmenliği ve yayın yönetmenliği yapmış. “Edebiyat, yaşamın saldırılarına karşı bir savunmadır,” diyecek kadar inanmış yazmaya. Her konuda söyleyecek derin lafları, sürüyle bilgisi var. Böyle bir adam. Bir entellektüel. Ve bu adamı bir fiskede dağıtıveren şey ne Naziler, ne sürgün, ne yaşadığı sıkıntılar. Onu bir oğlan çocuğu kadar narin yapan tek bir konu var: Kadınlar.
Dostları onu bir kenara çekip kadınları bu kadar ciddiye almamasını öğütlediğinde, şöyle yazacaktı günlüklerine. “Kadınları düşünmemek mümkündür tabii ki... Tıpkı ölümü düşünmemenin mümkün olduğu gibi.”
Pavese’nin gözünden bakınca, tıpkı ölüm gibi kadınlar da insanın düşünmekten kurtulamadığı ama düşündükçe huzursuz ve mutsuz olduğu, kendine ve hayata olan güvenini yitirmesine sebep bir konuydu. O da tüm yaşamı boyunca tedirginlik ve karamsarlıkla baktı kadınlara. Peşinden koşamayacağı, koşsa bile tutamayacağı imkânsız bir hayale bakar gibi uzaktan, yılgınlıkla.... Sevdiği de oldu sevildiği de. Ama hiçbir zaman bitmedi kadınlara olan güvensizliği. Kapanmayan bir gedik gibi kaldı ruhunun orta yerinde.
“Aşk, dinlerin en bayağısıdır” diye yazdı günlüklerine. Bir yanı Doğuluydu. Kendi bunu bilmese de. Aşka bakışı Doğu geleneklerinde “kavuşmamayı esas alan” şiir ve masallardan devşirilmiş gibiydi bazen. Sevilen kadın hep uzakta duracak, uzak olacaktı. Aslolan kavuşmamaktı. Kendine eziyet eden adamlardandı. Hep onu sevmeyecek kadınlara aşık oldu, sevenlerden ise köşe bucak kaçtı. “Bize tam bir kayıtsızlıkla davranan kişiye delicesine aşık olmamızın nedeni budur belki de...” diye yazdı. “O zaman kadın mükemmellik duygusunu temsil eder gözümüzde.”
Pavese’nin yazılarını okurken düşünmeden edemem. Bu kadar derin ve duyarlı bir adam, böyle bilgili ve yaratıcı bir yazar, nasıl olur da mesele aşka gelince bu kadar toy kalır, böyle kırılgan ve küsmeye hazır? Ve merak ederim, her yürek sızısında, her gönül faciasında koşa koşa yanlarına sığındığı dostlarını. Onu teselli eden, kırık kanatlarını onarıp yeniden semaya uçuran dostluklarını.....

elif şafak

25 Eylül 2009 Cuma

e y l ü l




OTAĞ

Sevgilim, işte eylül

Ve işte senin usul usul seğiren yüzün.

Zaman ki sonsuzdur

Bitmemiş şiirler gibidir.

Bazı hüzünleri

Bazı nehirleri tutup anlatmak gibidir.

Biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık

(İsteğin bulanık kıyısında).

Bundan değil midir bizim aşkımızda

Sürekli bir akşam hüznü vardır..

ilhan berk

p a p a t y a




boynu bükük bir papatya
olduğuma bakıpta
senden vazgeçtim sanıp
sakın aldanma
yedi kat yerin altından
örgütlenip takıldım
saçının arasına..

20 Ağustos 2009 Perşembe

H i ç B i r Y e r e D o ğ r u



Hiç Bir Yere Doğru



Sana hoşçakal demeye geldim,
sen yoksun, iyi ki yoksun.

Bütün gün sokaklarda, amaçsızca dolaştıktan sonra
yapayalnız, boş, hiç dolmayacak bu eve geldim.

Eski bir daktilonun, plakların, boş bir yatağın insansız,
hiç giyilmeyecekmiş gibi duran askıdaki elbiselerin
resimlerini çektim. bu evde yalnızlığın nasıl olduğunu öğrendim.

Seni çok seviyorum.

Ama daha fazla kalamayacağımı hissediyorum.

Burası beni acıtıyor, sen beni acıtıyorsun, çok fazla,
daha fazla dayanamıyorum.


Ne zamandır bu ilişkinin beni mutlu etmediğini, edemeyeceğini,
daha az mutsuz olmak ve daha az mutsuz etmek için harcadığım onca çabanın da yetersiz kaldığını görüyorum.


Yalnız olduğum günler deniz kenarında yürürken düşündüklerim bunlardı..

Çok kısa zamanda bir başka ilişkinin yıllarla gelemeyeceği yere geldik.

Hem de birlikte yaşamadan birlikte uyanmadan.

Her seyiyle yaşansa belki güzel olacak bir ilişkinin
yalnızca acılarını, imkansızlıklarını, güçlüklerini yaşamak mı yıprattı herseyi,bilmiyorum...

Kapıda bir anahtar sesi duymak istiyorum
senin içeri girmeni istiyorum aynı zamanda hiç girmemeni...

İkisini de çok istiyorum, hava karardı, gitmem gerekmiyor ama gitmek istiyorum neden gitmek istediğimi, nereye gitmek istediğimi bilmiyorum.

Yazarın dediği gibi 'yaşam ilk kez korkutuyor beni'
oysa, ne çok bekleyen var..

Bekleyenlerle yaşanacak hiçbir şey kalmadığını hissediyorum.

Sanırım bildiğim, tek başıma becerebildiğim pek az şeyden birini yapacağım:


'
Yolculuk, Hiç Bir Yere Doğru'


Kürşat Başar

15 Ağustos 2009 Cumartesi

b i l m e y e c e k s i n !

bilmiyorsun !

apansız değil gidişim,

adım adım

uzaklaşıyorum senden

ve sevdandan

sen hiç bilmeyeceksin

..

satır satır

siliyorum sevda sözlerini,

ömürlük yeminlerini

..

nedenlerimi,sebeplerimi,

yüreğimin sevgiye hasret

her bir hücresini

alıp yanıma,

ama sessiz

ama habersiz

senden vazgeçiyorum..

e.e.


5 Ağustos 2009 Çarşamba

O b j e k t i f i m d e n İ z m i r


Karşıyaka,Bostanlı,Mavişehir,Foça,Alaçatı,Şirince,
Kordon,Güzelbahçe ve balkonumdan objektifime takılan İzmir görüntüleri..

whos.amung.us

FEEDJIT Live Traffic Feed